Maddi Tazminat Miktarının En Azından Temel İhtiyaçları Karşılayacak Miktarda Olması Gerektiği

Maddi Tazminat Miktarının En Azından Temel İhtiyaçları Karşılayacak Miktarda Olması Gerektiği

Maddi Tazminat Miktarının En Azından Temel İhtiyaçları Karşılayacak Miktarda Olması Gerektiği


maddi tazminat miktarının en azından temel ihtiyaçları karşılayacak miktarda olması gerektiğiMaddi Tazminat Miktarının En Azından Temel İhtiyaçları Karşılayacak Miktarda Olması Gerektiği

Maddi Tazminat Miktarının En Azından Temel İhtiyaçları Karşılayacak Miktarda Olması Gerektiği
Yargıtay

T.C YARGITAY CGK
E
: 2015/518
K: 2018/293
K.T:19/06/2018

Özet: Bakkal işletmekte olan davacının tutuklu kaldığı dönemde iş yerinin açık olup olmadığı, herhangi bir gelir elde edip etmediği araştırılarak, gerçek geliri ve dolayısıyla kazanç kaybının belirlenmesi, bunun mümkün olmaması ya da tespit edilen gelirinin net asgari ücretten az olması durumunda, en azından temel ihtiyaçlarını karşılayan, insanca yaşamasına imkân tanıyan en düşük asgari ücretin tamamı üzerinden belirlenecek bir miktarın maddi tazminat olarak belirlenmesi gerektiği kabul edilmelidir.


Davacının haksız tutuklanma sonucu uğramış olduğunu ileri sürdüğü zarar nedeniyle 40.000 Lira maddi, 20.000 Lira manevi tazminatın, davalı hazineden tahsiline yönelik isteminin kısmen kabulü ile; 381,42 Lira maddi ve 2.400 Lira manevi tazminatın, tutuklandığı tarihten itibaren işleyecek kanuni faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine, fazlaya yönelik talebin reddine ilişkin Salihli Ağır Ceza Mahkemesince verilen 27.12.2012 gün ve 181-378 sayılı hükmün, davacı vekili ve davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 12. Ceza Dairesince 01.10.2014 gün ve 1413-19185 sayı ile;

“Maddi tazminat tutarının vergi kaydı üzerinden hesaplanmasında bir isabetsizlik bulunmadığından, tebliğnamedeki bozma düşüncesine iştirak olunmamıştır.

Yapılan incelemeye, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin kovuşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya kapsamına göre, davacı vekilinin, maddi ve manevi tazminat miktarının az olduğuna; davalı vekilinin, tazminat şartlarının oluşmadığına, talebin yeterli şekilde delillendirilmediğine, tazminat miktarına ilişkin temyiz itirazlarının reddine, ancak;

Maddi tazminat tayininde nesnel bir ölçüt olmamakla birlikte, hükmedilecek manevi tazminatın davacının sosyal ve ekonomik durumu, üzerine atılı suçun niteliği, tutuklanmasına neden olan olayın cereyan tarzı, tutuklu kaldığı süre, tazminat davasının kesinleştiği tarihe kadar davacının elde edeceği parasal değer ve benzeri hususlar da gözetilmek suretiyle, hakkaniyet ölçüsünü aşmayacak bir şekilde, hak ve nasafet kurallarına uygun makul bir miktar olarak tayin ve tespiti gerekirken, davacı lehine bu ölçütlere uymayacak miktarda fazla manevi tazminata hükmolunması” isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.

Daire üyesi M. Albayrak; “Koruma tedbirleri nedeniyle zarar görenlere tazminat verilmesini öngören 5271 sayılı CMK’nın 141. maddesi, kişilerin uğradığı maddi ve manevi zararlarının Devlet tarafından karşılanacağını öngörmüştür. Yerleşmiş uygulamalarda; koruma tedbirleri nedeniyle maddi tazminat hesabında davacıların gerçek zararı tespit edilmeye çalışılmakta, bunun mümkün olmaması halinde ise kişinin en azından temel ihtiyaçlarını karşılayacak, insanca yaşamasına olanak tanıyan en düşük net asgari ücretin tamamı üzerinden belirlenecek miktarın maddi tazminat olarak hesaplanması gerekirken 46 gün süreyle tutuklu kalan davacı hakkında hükmedilen maddi tazminatında da bu ölçülere uymayıp az olduğu ayrıca manevi tazminatında faiz çarpanı nazara alındığında (5.000×1.3=6.500 Lirada) çok olmadığını düşündüğümüzden sayın çoğunluğun maddi tazminatı normal ve manevi tazminatı fazla kabul eden görüşlerine katılmıyoruz” düşüncesiyle karşı oy kullanmıştır.

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 14.12.2014 gün ve 87370 sayı ile;

“Mahkeme; davacının maddi zararını hesap ederken vergi levhasındaki vergi beyanını esas olarak, tutuklu kalınan 46 gün için toplam 381.42 Lira maddi tazminata hükmetmiştir. Koruma tedbirleri nedeniyle zarar görenlere tazminat verilmesini öngören 5271 sayılı CMK’nın 141. maddesi, kişilerin uğradığı maddi ve manevi zararlarının Devlet tarafından karşılanacağını öngörmüştür. Yerleşmiş uygulamalarda; koruma tedbirleri nedeniyle maddi tazminat hesabında davacıların gerçek zararı tespit edilmeye çalışılmakta, bunun mümkün olmaması halinde ise kişinin en azından temel ihtiyaçlarını karşılayacak, insanca yaşamasına olanak tanıyan en düşük net asgari ücretin tamamı üzerinden belirlenecek miktarın maddi tazminat olarak hesaplanması yapılmaktadır.

Bilindiği üzere ülkemizde gelir ve kurumlar vergisi gibi doğrudan vergilerin tahsilat miktarı, tüketim üzerinden toplanan KDV, ÖTV vb. vergilere göre oldukça düşük kalmaktadır. Kısacası kişiler doğrudan ödedikleri vergiden daha fazlasını temel ihtiyaç ve yaşam maddelerini satın alırken ödemektedirler. Somut olayda davacının gelir vergisi beyannamesine göre hesap edilen zarar haksız tutuklanma tarihi itibarıyla açıklanan TÜİK verilerindeki açlık sınırının dahi altındadır. Bu durumda davacının maddi zararı gelir vergisi beyannamesindeki bilgilere göre hesaplanamaz. Kaldı ki Yargıtay 12. Ceza Dairesi birçok kararında öğrenci ve hatta işsiz olup gelirini belgeleyemeyen kişilerin dahi zararlarını haksız tutuklama tarihi itibarıyla geçerli olan net asgari ücret miktarı üzerinden hesaplarken davacının maddi zararını belirtilen şekilde hesaplaması hukuka ve hakkaniyet ilkelerine aykırıdır” düşüncesiyle itiraz kanun yoluna müracaat etmiştir.

CMK’nun 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Özel Dairece, 04.03.2015 gün, 23518-4082 sayı ve oyçokluğuyla, itirazın yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.

TÜRK MİLLETİ ADINA

CEZA GENEL KURULU KARARI

İtirazın kapsamına göre inceleme davacı lehine maddi tazminata hükmedilmesine dair karar ile sınırlı olarak yapılmıştır.

Özel Daire çoğunluğu ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; koruma tedbirleri nedeniyle hükmolunan maddi tazminat miktarının dosya içeriğine uygun olup olmadığının belirlenmesine ilişkindir.

İncelenen dosyada;

Davacı …’ın, Alaşehir Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma kapsamında basit cinsel saldırı suçundan sevk edildiği sulh ceza mahkemesince 15.06.2009 tarihinde tutuklanmasına karar verildiği, kırk altı gün tutuklu kaldıktan sonra yargılamayı yapan Alaşehir Ağır Ceza Mahkemesince 31.07.2009 tarihinde serbest bırakılıp, 15.03.2012 gün ve 217-70 sayı ile yüklenen suçun sanık tarafından işlendiğinin sabit olmaması nedeniyle beraatine karar verildiği ve hükmün temyiz edilmeksizin kesinleştiği,

Hükmün sanık müdafiine tefhim edildiği, şikâyetçi Hatice Eren’e tebliğ edildiği,

Davacı vekilinin yasal süresi içerisinde mahkemesinden koruma tedbirleri nedeniyle maddi ve manevi tazminat talebinde bulunduğu,

Mahkemece kolluk görevlilerine yaptırılan sosyal ve ekonomik durum araştırmasına göre; evli, ilkokul mezunu, 1968 doğumlu olan davacının, tutuklandığı tarihte babasına ait evde kira ödemeden oturduğu, ilköğretimde öğrenci olan bir çocuğu bulunduğu, eşinin çalışmadığı, bakkal dükkânı işlettiği, aylık 1.000 Lira civarında kazanç elde edebileceği,

Davacının vekili aracılığıyla sunduğu dava dilekçesinde marketçilik yaptığını, aylık ortalama gelirinin 3.000 Lira olduğunu, ancak tutuklu kaldığı yaz aylarında tarım işlerinin yoğunluğu ve tarım işçilerinin alışveriş yapmaları nedenleriyle aylık kazancının 6.000 Liraya çıktığını, tutuklu kaldığı dönemde 9.200 Lira gelir kaybının olduğunu dile getirdiği,

Vergi levhasına göre; tutuklandığı yılda beyan olunan vergi matrahının 3.400; bu rakam üzerinden hesaplanan ve tahakkuk ettirilen vergi miktarının ise yıllık toplam 510 Lira olduğu,

Alaşehir Bakkal ve Bayiler Esnaf Odasınca gönderilen bakkal işletmesi basit usulde hesap özetine göre yıllık net gelirinin 2.985 Lira olduğu,

Serbest muhasebeci mali müşavir bilirkişi tarafından, davacının tutuklu kaldığı günlere tekabül eden kazanç kaybının, beyan edilen ve tahakkuk ettirilen vergi miktarı da göz önüne alınarak 381,42 Lira olarak hesaplandığı,

Yerel mahkemece yapılan yargılama neticesi davacının talebinin kısmen kabulüyle, 381,42 Lira maddi tazminatın, tutuklandığı tarihten itibaren işleyecek kanuni faizi ile birlikte davalı hazineden alınarak davacıya verilmesine, manevi tazminat taleplerinin ise kısmen kabulüyle, 5.000 Lira manevi tazminata hükmolunduğu,

Anlaşılmıştır.

Haksız olarak yakalanan veya tutuklanan kimselere tazminat ödenmesi esası, ilk kez 1961 Anayasasında hüküm altına alınmış, otuzuncu maddesinde yakalama veya tutuklamanın hangi hâllerde söz konusu olacağı açıklandıktan sonra maddenin son fıkrasında; “Bu esaslar dışında işleme tâbi tutulan kimselerin uğrayacakları her türlü zararlar kanuna göre devletçe ödenir” düzenlemesine yer verilmiştir.

1961 Anayasasındaki bu hüküm doğrultusunda, 15.05.1964 tarihli Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren Kanun Dışı Yakalanan veya Tutuklanan Kimselere Tazminat Verilmesi Hakkındaki 466 sayılı Kanunun birinci maddesinde yedi bent hâlinde tazminatı gerektiren hâller ayrıntılı olarak düzenlenmiş, aynı Kanunun birinci maddesinin sekizinci bendinde yer alan, aynı tür suçtan mahkûm olanlar, itiyadi suçlular, suç işlemeyi meslek veya geçinme vasıtası hâline getirenlerin tazminat isteyemeyeceklerine ilişkin hüküm, 10.01.1991 gün ve 3696 sayılı Kanun ile kaldırılmıştır.

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin beşinci maddesinde de, kişilerin özgürlüğünün hangi hâllerde sınırlandırılabileceği belirlenmiş, maddenin son fıkrasında bu şartlara aykırı davranılması durumunda mağdur olan herkesin tazminat istemeye hakkı olduğu esası kabul edilmiştir.

Haksız ve hukuka aykırı olarak yakalanan ve tutuklanan kişilere tazminat ödenmesi 1982 Anayasasında sürdürülmüş, ondokuzuncu maddesinde yakalama ve tutuklama şartlarına işaret edildikten sonra, son fıkrasında; “Bu esaslar dışında bir işleme tâbi tutulan kişilerin uğradıkları zarar, kanuna göre, devletçe ödenir” denilmiştir.

Bu hüküm, 17.10.2001 tarihli Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 4709 sayılı Kanunun 4. maddesi ile “Bu esaslar dışında bir işleme tâbi tutulan kişilerin uğradıkları zarar tazminat hukukunun genel prensiplerine göre, devletçe ödenir” şeklinde değiştirilmiştir.

1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren 5320 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkındaki Kanunun 18. maddesiyle 07.05.1964 gün ve 466 sayılı Kanun yürürlükten kaldırılmış, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun yedinci bölümünde “Koruma tedbirleri nedeniyle tazminat” başlığı altında 141 ilâ 144. maddelerinde tazminat isteme şartları ve sonuçları yeniden ele alınmış, 141. maddesinde hangi durumlarda tazminat talep edilebileceği, 142. maddesinde tazminat isteminin şartları, 143. maddesinde tazminatın geri alınması, 144. maddesinde ise tazminat istenemeyecek hâller düzenlenmiştir.

5320 sayılı Kanunun 6. maddesinin;

“1) Ceza Muhakemesi Kanununun 141 ilâ 144 üncü maddeleri hükümleri, 1 Haziran 2005 tarihinden itibaren yapılan işlemler hakkında uygulanır.

2) Bu tarihten önceki işlemler hakkında ise, 07.05.1964 tarihli ve 466 sayılı Kanun Dışı Yakalanan veya Tutuklanan Kimselere Tazminat Verilmesi Hakkında Kanun hükümlerinin uygulanmasına devam olunur” hükmü uyarınca somut uyuşmazlığın, davacının tutuklandığı tarih de göz önünde bulundurularak 5271 sayılı Kanun hükümleri doğrultusunda çözülmesi gerekmektedir.

Ceza Muhakemesi Kanununun “Tazminat istemi” başlıklı 141. maddesi;

“1) Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;

a) Kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen,

b) Kanunî gözaltı süresi içinde hâkim önüne çıkarılmayan,

c) Kanunî hakları hatırlatılmadan veya hatırlatılan haklarından yararlandırılma isteği yerine getirilmeden tutuklanan,

d) Kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen,

e) Kanuna uygun olarak yakalandıktan veya tutuklandıktan sonra haklarında kovuşturmaya yer olmadığına veya beraatlerine karar verilen,

f) Mahkûm olup da gözaltı ve tutuklulukta geçirdiği süreleri, hükümlülük sürelerinden fazla olan veya işlediği suç için kanunda öngörülen cezanın sadece para cezası olması nedeniyle zorunlu olarak bu cezayla cezalandırılan,

g) Yakalama veya tutuklama nedenleri ve haklarındaki suçlamalar kendilerine, yazıyla veya bunun hemen olanaklı bulunmadığı hâllerde sözle açıklanmayan,

h) Yakalanmaları veya tutuklanmaları yakınlarına bildirilmeyen,

i) Hakkındaki arama kararı ölçüsüz bir şekilde gerçekleştirilen,

j) Eşyasına veya diğer malvarlığı değerlerine, koşulları oluşmadığı halde elkonulan veya korunması için gerekli tedbirler alınmayan ya da eşyası veya diğer malvarlığı değerleri amaç dışı kullanılan veya zamanında geri verilmeyen,

k) Yakalama veya tutuklama işlemine karşı kanunda öngörülen başvuru imkânlarından yararlandırılmayan,

Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, devletten isteyebilirler.

2) Birinci fıkranın (e) ve (f) bentlerinde belirtilen kararları veren merciler, ilgiliye tazminat hakları bulunduğunu bildirirler ve bu husus verilen karara geçirilir.

3) Birinci fıkrada yazan hâller dışında, suç soruşturması veya kovuşturması sırasında kişisel kusur, haksız fiil veya diğer sorumluluk hâlleri de dâhil olmak üzere hâkimler ve Cumhuriyet savcılarının verdikleri kararlar veya yaptıkları işlemler nedeniyle tazminat davaları ancak devlet aleyhine açılabilir.

4) Devlet, ödediği tazminattan dolayı görevinin gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle görevini kötüye kullanan hâkimler ve Cumhuriyet savcılarına bir yıl içinde rücu eder.”

“Tazminat isteminin koşulları” başlıklı 142. maddesinde de;

“1) Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir.

2) İstem, zarara uğrayanın oturduğu yer ağır ceza mahkemesinde ve eğer o yer ağır ceza mahkemesi tazminat konusu işlemle ilişkili ise ve aynı yerde başka bir ağır ceza dairesi yoksa en yakın yer ağır ceza mahkemesinde karara bağlanır.

3) Tazminat isteminde bulunan kişinin dilekçesine, açık kimlik ve adresini, zarara uğradığı işlemin ve zararın nitelik ve niceliğini kaydetmesi ve bunların belgelerini eklemesi gereklidir.

4) Dilekçesindeki bilgi ve belgelerin yetersizliği durumunda mahkeme, eksikliğin bir ay içinde giderilmesini, aksi hâlde istemin reddedileceğini ilgiliye duyurur. Süresinde eksiği tamamlanmayan dilekçe, mahkemece, itiraz yolu açık olmak üzere reddolunur.

5) Mahkeme, dosyayı inceledikten sonra yeterliliğini belirlediği dilekçe ve eki belgelerin bir örneğini devlet hazinesinin kendi yargı çevresindeki temsilcisine tebliğ ederek, varsa beyan ve itirazlarını onbeş gün içinde yazılı olarak bildirmesini ister.

6) İstemin ve ispat belgelerinin değerlendirilmesinde ve tazminat hukukunun genel prensiplerine göre verilecek tazminat miktarının saptanmasında mahkeme gerekli gördüğü her türlü araştırmayı yapmaya veya hâkimlerinden birine yaptırmaya yetkilidir.

7) Mahkeme, kararını duruşmalı olarak verir. İstemde bulunan ile Hazine temsilcisi, açıklamalı çağrı kâğıdı tebliğine rağmen gelmezlerse, yokluklarında karar verilebilir.

8) Karara karşı, istemde bulunan, Cumhuriyet savcısı veya hazine temsilcisi, istinaf yoluna başvurabilir; inceleme öncelikle ve ivedilikle yapılır” şeklinde düzenlenmiştir.

Bu hükümler uyarınca koruma tedbirleri nedeniyle uğranılan maddi ve manevi her türlü zarar, tazminatla giderilebilecektir.

Maddi tazminat ile davacıların mal varlığında meydana gelen somut bir azalma ya da kazanç kaybı, ödedikleri avukatlık ücreti gibi masrafların karşılanması amaçlanırken, manevi tazminat ile kişinin sosyal çevresinde itibarının sarsılması, özgürlüğünden mahrum kalması nedeniyle duyduğu elem, keder, ıstırap ve ruhsal sıkıntıların bir ölçüde de olsa giderilmesi düşünülmektedir.

Maddi tazminatın konusu, hukuka aykırı bir koruma tedbirine maruz kalan kişilerin uğradıkları maddi zararlardır. Koruma tedbirleri nedeniyle tazminat davalarında karşılanması gereken maddi zarar; mal varlığının aktif değerlerinde meydana gelen azalma veya pasifinde, başka bir anlatımla borçlarında artma şeklinde oluşabilir.

Maddi tazminatın esasını oluşturan mal varlığında meydana gelen azalma veya gelir kaybının tespitinde objektif ölçü ve belgelere dayanılmalı, kişinin gözaltına alınması ya da tutuklanmasından önceki işine bakılmalıdır. Davacı işçi ya da memursa çalıştığı yerden, serbest meslek çalışanı ise ilgili meslek kuruluşundan sorulup, vergi kayıtları da incelenerek, sağlık durumu, çalıştığı işin niteliği, hafta sonu, dini ve milli bayramlarda çalışıp çalışmadığı araştırılıp sonucuna göre gerekirse bilirkişi marifetiyle maddi kaybı hesaplanmalıdır.

Herhangi bir işte çalışmayan kişilere verilecek maddi tazminatın hesaplanmasında gözaltında ya da tutuklu kaldıkları dönemdeki net asgari ücret göz önünde bulundurulmalı, serbest meslek sahibi olanların ne kadar kazanç elde ettikleri vergi dairesi veya ilgili meslek kuruluşundan sorulmalı, belli bir işyerinde çalışmayan, dolayısıyla aldıkları ücret ya da maaşı belirli olmayan kişilerin ise tarım veya sanayide çalışıp çalışmadıkları araştırılıp, bu alandaki asgari ücret üzerinden tazminat hesaplanmalıdır.

Tazminat hukukunun koruma tedbirleri nedeniyle tazminat davalarında da tatbiki gereken genel prensipleri uyarınca, davacının dava dilekçesinde uğradığını ileri sürdüğü tüm zararlarının niteliğini, miktarını ve buna ilişkin delillerini açıkça göstermesi gerekmektedir. Davacı, maddi kaybının belirlenebilmesi bakımından herhangi bir işte çalışıyorsa buna ilişkin maaş bordrosu ve benzeri bilgi ya da belgelerini ibraz etmeli, varsa tanıklarını göstermelidir.

Nitekim öğretide; “Yasa dışı yakalanan veya tutuklanan kimsenin mesleki uğraşısına göre uğrayacağı her türlü maddi kayıplarını maddi zarar olarak tarif edebiliriz. Bu zararın tespit edilmesindeki ölçüler objektif ölçülerdir. Örneğin, ticaret ya da tarımla uğraşan kimselerin uğrayacağı kazanç kayıplarını maddi zarar olarak sayabiliriz. Zararların saptanmasındaki ölçü, sübjektif takdir yerine belirli ölçü ve belgelerdir. Ödenecek maddi zarar, gerçek zararın karşılığı olacak, delillerle kanıtlanacak, gerektiğinde bilirkişiye tespit ettirilecektir. ‘Tutuklanmasaydım şu şekilde bir iş tasavvur ediyordum, sağlayacağı kâr şu oranda olacaktı’ şeklindeki soyut istekler karşılanmayacaktır.” (M. Naci Ünver-A. Mümin Kavalalı, Yasa Dışı Yakalanan Veya Tutuklananlara Tazminat Verilmesi, Kazancı Yayınevi, İstanbul 1990, s. 42-43) “Maddi zarar, haksız olarak yakalanan veya tutuklanan kimselerin, yakalama ve tutuklama süresinde uğradıkları gelir kaybıdır. Ayrıca haksız işlem nedeniyle yaptıkları giderlerin de maddi zarar kapsamında değerlendirilmesi gerekir. Avukat ücreti ve yol giderleri maddi zarar hesabında göz önüne alınır. Yakalanan veya tutuklanan kişi işçi ve memur gibi ücretli birisi ise, net ücret kaybı maddi zarar sayılır. Ancak kişi tekrar görevine iade edilmesi nedeniyle tüm ücret ve haklarını alacaksa, kendisine maddi tazminat ödenmez. Böyle bir durum yoksa belli bir işyerinde çalışan işçilerin hafta ve resmi tatillerde de çalışıp çalışmadıkları araştırılarak net gelir kaybının saptanması gerekir. Belirli bir iş yerine bağlı olarak çalışmayan işçiler için tarım veya sanayide çalışıp çalışmadıkları araştırılarak, tarım veya sanayi asgari ücreti üzerinden tazminata hükmolunur. Hafta ve bayram tatilleri hesaba dâhil edilmez. Brüt asgari ücretten vergi düşülerek hesap yapılması gerekir. İşsizlere de net asgari ücretten tazminat ödenir. Serbest meslek sahibi olanların, daha önce ne kadar kazanç sağladığı vergi dairesi veya meslek kuruluşu gibi yerlerden sorularak veya gerekirse bilirkişi dinlenerek gelir kaybının saptanması ve buna göre tazminata hükmedilmesi gerekir. Maddi zarar kişinin yakalandığı ya da tutuklandığı tarihten serbest bırakıldığı güne kadar olan gelir kaybıdır.” (Osman Yaşar-Cengiz Otacı, Ceza Muhakemesi Kanunu, Seçkin Yayınevi, Ankara 2015, 6. Baskı, c. 2, s. 1684) “Tazminat talebinde bulunan davacının sigorta, vergi gibi kaydı olması halinde ilgili kurumdan gerekli belgelerin getirtilerek gözaltı veya tutuklulukta geçen süre içindeki net gelir kaybının, çalıştırdığı iş yerinin tutukluluk süresinde faaliyetine devam edip etmediği gözetilerek hesaplanması, davacının herhangi bir kaydı olmaksızın çalıştığının belirlenmesi halinde, net asgari ücret üzerinden hesaplanarak bir miktarın maddi tazminat tayini gerekir.” (Hülya Poyraz Giyik, Kanun Dışı Yakalama, Tutuklama, Arama Ve El Koymaya İlişkin Tazminat Davaları, Adalet Yayınevi, Ankara 2012, s. 71) şeklinde görüşler ileri sürülmüştür.

Koruma tedbirleri nedeniyle tazminat talebinde bulunulabilmesi için, zarar ile haksız işlem arasında uygun illiyet bağı bulunması, zararın da hukuka uygun bir gelire ilişkin olması gerekmektedir. Örneğin tefecilik yapan ya da kumar oynayan birisinin, tutuklu kaldığı günler için belirtilen yollarla elde edeceği kazançtan yoksun kaldığını ileri sürerek açacağı tazminat davası kabul edilmeyecektir.

Ceza Muhakemesi Kanununun; “maddî ve manevî her türlü zararlarını devletten isteyebilirler” şeklindeki açık hükmü ile haksız fiil niteliğinde kabul edilen bu tür işlemlerin tâbi bulunduğu tazminat hukukunun genel prensipleri, istikrar kazanmış yargısal içtihatlar ve Maliye Bakanlığının koruma tedbirleri nedeniyle tazminat ödenmesi hakkındaki iç genelgesi uyarınca, zarar tazminatla giderileceğine göre, tayin edilecek maddi ve manevi tazminata faiz tahakkuk ettirilmesi ve talebe bağlı olarak, haksız ya da hukuka aykırı koruma tedbirlerinin uygulandığı veya sona erdiği tarihten veyahut dava ya da hüküm tarihinden itibaren kanuni faize de hükmedilmesi gerekmektedir.

Uyuşmazlık konusu bu açıklamalar ışığında değerlendirildiğinde;

Davacının tutuklandığı tarihte bakkal işlettiği, basit usulde ticari kazanç elde ettiği, davacı vekili tarafından vergi levhasının delil olarak sunulduğu, sosyal ve ekonomik durumunun araştırıldığı, ilgili meslek odasından kaydının bulunup bulunmadığı ve gelirinin ne olduğunun tespit edilmeye çalışıldığı, bilirkişiden rapor alındığı, ancak davacının bağlı bulunduğu vergi dairesine beyan ettiği gelirleri, sosyal ve ekonomik durumunun araştırılması sonucu tespit edilen kazancı ile dava dilekçesinde dile getirdiği gelirinin farklı olduğu, yerel mahkemece davacının tutuklu kaldığı dönemde iş yerinin açık bulunup bulunmadığı, dolayısıyla herhangi bir kazanç elde edip etmediği araştırılmadan, ne kadar kazanç elde ettiği vergi dairesi veya ilgili meslek kuruluşundan sorulmadan, aylık ve yıllık gelirine ilişkin çelişki de giderilmeden bilirkişi tarafından vergi levhasındaki kazancı esas alınarak hesaplanan miktarda tazminata hükmolunduğu, oysa öncelikle tutuklu kaldığı dönemde iş yerinin açık olup olmadığı, buna bağlı olarak herhangi bir gelir elde edip etmediği araştırılarak, gerçek gelirinin ve dolayısıyla kazanç kaybının belirlenmesi, bunun mümkün olmaması ya da tespit edilen gelirinin asgari ücretten az olması durumunda, en azından temel ihtiyaçlarını karşılayan, insanca yaşamasına imkân tanıyan en düşük net asgari ücretin tamamı üzerinden belirlenecek bir miktarın maddi tazminat olarak belirlenmesi gerekmektedir.

Basit ticari usulde kazanç elde eden davacının vergi dairesine daha az kazandığını beyan etmesi nedeniyle bu miktarın maddi tazminata esas alınması da isabetli değildir. Zira; kamulaştırma davalarında, kamulaştırmaya konu taşınmazın sahibi tarafından tapuya veya vergi dairesine beyan edilen değeri üzerinden idare tarafından hesaplanan kamulaştırma bedeline itiraz edilmesi hâlinde, mahkemece resmi kayıtlarda geçen miktar esas alınıp dava reddedilmemekte, keşif yapılarak gerektiğinde tanık ve yerel bilirkişi dinlenip teknik bilirkişi marifetiyle taşınmazın gerçek değeri tespit edilerek kamulaştırma bedeli belirlenen miktara yükseltilirken, koruma tedbirleri nedeniyle tazminat davalarında vergi dairesi ya da başka bir kuruma bildirilen miktara bağlı kalınması hak, adalet ve nasafet ilkesine uygun olmayacaktır.

Bu nedenlerle, davacının tutuklu kaldığı dönemde iş yerinin açık olup olmadığı, herhangi bir gelir elde edip etmediği araştırılarak, gerçek geliri ve dolayısıyla kazanç kaybının belirlenmesi, bunun mümkün olmaması ya da tespit edilen gelirinin net asgari ücretten az olması durumunda, en azından temel ihtiyaçlarını karşılayan, insanca yaşamasına imkân tanıyan en düşük asgari ücretin tamamı üzerinden belirlenecek bir miktarın maddi tazminat olarak belirlenmesi gerektiği kabul edilmelidir.

Bu itibarla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazının kabulüne karar verilmelidir.

SONUÇ:

Açıklanan nedenlerle;

1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının KABULÜNE,

2- Yargıtay 12. Ceza Dairesinin 01.10.2014 gün ve 1413-19185 sayılı bozma ilamından “Maddi tazminat tutarının vergi kaydı üzerinden hesaplanmasında bir isabetsizlik bulunmadığından tebliğnamedeki bozma düşüncesine iştirak olunmamıştır.” ibaresinin ÇIKARILMASINA ve bozma ilamına “Davacının tutuklu kaldığı dönemde iş yerinin açık olup olmadığı, herhangi bir gelir elde edip etmediği araştırılarak, gerçek geliri ve dolayısıyla kazanç kaybının belirlenmesi, bunun mümkün olmaması ya da tespit edilen gelirinin net asgari ücretten az olması durumunda, en azından temel ihtiyaçlarını karşılayan, insanca yaşamasına imkân tanıyan en düşük asgari ücretin tamamı üzerinden belirlenecek bir miktarın maddi tazminat olarak belirlenmesi gerektiğinin gözetilmemesi” ibaresinin bozma nedeni olarak EKLENMESİNE,

3- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 19.06.2018 tarihinde yapılan müzakerede oybirliğiyle karar verildi.

AVUKAT GİZEM GÜL UZUN